البحث

عبارات مقترحة:

الواحد

كلمة (الواحد) في اللغة لها معنيان، أحدهما: أول العدد، والثاني:...

الشافي

كلمة (الشافي) في اللغة اسم فاعل من الشفاء، وهو البرء من السقم،...

العلي

كلمة العليّ في اللغة هي صفة مشبهة من العلوّ، والصفة المشبهة تدل...

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم

الترجمة التركية للمختصر في تفسير القرآن الكريم، صادر عن مركز تفسير للدراسات القرآنية.

1- ﴿بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ أَنْ أَنْذِرْ قَوْمَكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ﴾


Doğrusu biz, Allah’a şirk koşuyor olmaları sebebiyle acı veren bir azap gelmeden önce onları korkutması için Nûh'u, kavmine onları davet etsin diye gönderdik.

2- ﴿قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي لَكُمْ نَذِيرٌ مُبِينٌ﴾


Nûh kavmine şöyle dedi: “Ey kavmim! Doğrusu ben sizin için Allah’a tevbe etmemeniz halinde sizi bekleyen azaba karşı uyarısı apaçık olan bir uyarıcıyım.''

3- ﴿أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاتَّقُوهُ وَأَطِيعُونِ﴾


"Size olan uyarım gereğince size söylemeliyim ki; yalnızca bir tek Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, emirlerini yerine getirerek ve yasaklarından sakınarak O'ndan korkun ve size emrettiğim şeylerde bana itaat edin."

4- ﴿يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرْكُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۚ إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاءَ لَا يُؤَخَّرُ ۖ لَوْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ﴾


Şüphesiz siz bunu yaparsanız, Allah da sizin başkalarının haklarını yemek dışında olan diğer günahlarınızı bağışlar ve dünya hayatında size verdiği süreyi, kendi ilminde belirlemiş olduğu o sınırlı vakte kadar uzatır. Buna devam ettiğiniz sürece yeryüzünde ömür süreceksiniz. Eğer ölüm gelirse de artık ertelenemez. Bunu biliyor olsaydınız; bir an önce Allah’a iman eder ve içinde bulunduğunuz şirk ve sapıklıktan tevbe etmede acele ederdiniz.

5- ﴿قَالَ رَبِّ إِنِّي دَعَوْتُ قَوْمِي لَيْلًا وَنَهَارًا﴾


Nûh dedi ki: “Ey Rabbim! Ben kavmimi gece ve gündüz sürekli sana ibadet etmeye ve seni birlemeye davet ettim.''

6- ﴿فَلَمْ يَزِدْهُمْ دُعَائِي إِلَّا فِرَارًا﴾


“Ama davetim, onları kendisine davet ettiğim şeyden kaçma ve uzaklaşmadan başka bir şeyi artırmadı.''

7- ﴿وَإِنِّي كُلَّمَا دَعَوْتُهُمْ لِتَغْفِرَ لَهُمْ جَعَلُوا أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ وَاسْتَغْشَوْا ثِيَابَهُمْ وَأَصَرُّوا وَاسْتَكْبَرُوا اسْتِكْبَارًا﴾


Şüphesiz ben onları, günahlarının bağışlanma sebebi olan bir tek sana ibadet etmeye, senin ve Rasûlünün emirlerine uymaya her davet ettiğimde, onlar davetimi işitmelerine engel olmak için parmaklarıyla kulaklarını tıkadılar. Beni görmemek için elbiseleriyle yüzlerini kapadılar ve içinde bulundukları şirke devam ettiler. Onları davet ettiğim şeyi kabul etmede ve boyun eğmede büyüklendikçe büyüklendiler.

8- ﴿ثُمَّ إِنِّي دَعَوْتُهُمْ جِهَارًا﴾


Sonra -Ey Rabbim!- Ben onları açıkça davet ettim.

9- ﴿ثُمَّ إِنِّي أَعْلَنْتُ لَهُمْ وَأَسْرَرْتُ لَهُمْ إِسْرَارًا﴾


Sonra ben, davet üslubumu değiştirerek onlara davetimde sesimi de yükselttim. Gizli olarak, kısık bir sesle de davet ettim.

10- ﴿فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا﴾


Onlara dedim ki: "Ey kavmim! O'na tevbe ederek Rabbinizden bağışlanma dileyin! Şüphesiz O Allah -Subhanehu ve Teâlâ- kullarından kendisine tevbe edenlerin günahlarını çokça bağışlar."

11- ﴿يُرْسِلِ السَّمَاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَارًا﴾


Şüphesiz siz bunu yaparsanız, Allah Teâlâ da her ihtiyaç duymanıza bağlı olarak sizin üzerinize yağmur indirir.

12- ﴿وَيُمْدِدْكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَيَجْعَلْ لَكُمْ جَنَّاتٍ وَيَجْعَلْ لَكُمْ أَنْهَارًا﴾


Size çokça mallar ve çocuklar verir, meyvelerinden yiyeceğiniz bostanlar ve suyundan içeceğiniz, ekinlerinizi ve hayvanlarınızı sulayacağınız nehirler yaratır.

13- ﴿مَا لَكُمْ لَا تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًا﴾


-Ey kavim!- Sizin neyiniz var da umursamadan O'na karşı gelerek Allah’ın azametinden korkmuyorsunuz?

14- ﴿وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا﴾


Oysa O; sizi bir su damlası, bir kan pıhtısı ve bir çiğnemlik et aşamalarından geçirerek yarattı.

15- ﴿أَلَمْ تَرَوْا كَيْفَ خَلَقَ اللَّهُ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ طِبَاقًا﴾


Allah’ın yedi kat göğü üst üste nasıl yarattığını görmüyor musunuz?

16- ﴿وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُورًا وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا﴾


Onların arasında, dünya semasında dünya ahalisine ışığının geldiği Ay'ı yarattı ve Güneş'i de bir ışık kaynağı kıldı.

17- ﴿وَاللَّهُ أَنْبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا﴾


Allah, atanız Âdem’i topraktan yarattı. Böylece sizi de topraktan yarattı. Bunun ardından sizler, Yüce Allah'ın sizler için yerden bitirdiği şeylerle beslenmektesiniz.

18- ﴿ثُمَّ يُعِيدُكُمْ فِيهَا وَيُخْرِجُكُمْ إِخْرَاجًا﴾


Sonra ölümünüzün ardından sizi oraya tekrar geri döndürecek ve hesap günü için sizi oradan tekrar geri çıkartacaktır.

19- ﴿وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ بِسَاطًا﴾


Allah sizin için yeryüzünü yayılmış olarak iskân etmeye hazır kıldı.

20- ﴿لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا﴾


Orada helal kazanç elde etmenin geniş yollarını kullanmanızı umarak.

21- ﴿قَالَ نُوحٌ رَبِّ إِنَّهُمْ عَصَوْنِي وَاتَّبَعُوا مَنْ لَمْ يَزِدْهُ مَالُهُ وَوَلَدُهُ إِلَّا خَسَارًا﴾


Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Şüphesiz kavmim, seni birlemeyi ve bir tek sana ibadet etmeyi kendilerine emrettiğimde bana karşı geldiler. Aralarından sefil kimseler, mal ve çocuklar vererek nimetlendirdiğin önderlerine ittiba ettiler. Kendilerine nimetler verdiğin kimseler, onların sapkınlıklarını artırmaktan başka bir işe yaramadı.''

22- ﴿وَمَكَرُوا مَكْرًا كُبَّارًا﴾


Onların ileri gelenleri, aşağılık kimseleri Nûh’a karşı kışkırtarak çok büyük bir tuzak kurdular.

23- ﴿وَقَالُوا لَا تَذَرُنَّ آلِهَتَكُمْ وَلَا تَذَرُنَّ وَدًّا وَلَا سُوَاعًا وَلَا يَغُوثَ وَيَعُوقَ وَنَسْرًا﴾


Onlar kendilerine tabi olan kimselere şöyle dediler: "Sakın ilahlarınıza ibadet etmeyi bırakmayın! Sakın putlarınız, Ved’e, Suvâ’ya, Yeğus’a, Yeuk’a ve Nesr’e ibadet etmeyi bırakmayın!''

24- ﴿وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا ۖ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَلَالًا﴾


Onlar bu putlarıyla birçok insanı yoldan çıkardılar. -Ey Rabbim!- "Sen de kâfirlikte ve günahlarda ısrar ederek kendilerine zulmeden kimselerin haktan sapmışlığını artır."

25- ﴿مِمَّا خَطِيئَاتِهِمْ أُغْرِقُوا فَأُدْخِلُوا نَارًا فَلَمْ يَجِدُوا لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْصَارًا﴾


İşledikleri hataları sebebiyle dünyada sel baskınıyla boğuldular ve ölümlerinin ardından doğruca Cehennem'e atıldılar. Onları boğulmaktan ve Cehennem'den kurtaracak Yüce Allah’tan başka yardımcılar da bulamadılar.

26- ﴿وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا﴾


Allah ona, kavminden iman etmiş olanlar dışında başka hiç kimsenin iman etmeyeceğini haber verdiği zaman, Nûh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Yeryüzünde dolaşan ve hareket eden hiç bir kâfir bırakma!''

27- ﴿إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا﴾


-Rabbimiz!- "Eğer onları bırakır ve onlara mühlet verirsen Mü'min kullarını yoldan çıkarırlar. Onlar, yalnızca sana itaat etmeyen ahlâksız kimseler ve nimetlerine şükretmeyen azılı kâfirler doğururlar."

28- ﴿رَبِّ اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا تَبَارًا﴾


"Rabbim! Benim günahlarımı bağışla! Annemi, babamı bağışla! İman etmiş olarak evime giren kimseleri bağışla! Mü'min erkekleri ve kadınları bağışla! Kendilerine küfür ve günahlarla zulmeden kimselerin de yalnızca hüsranını ve kayıplarını artır."

الترجمات والتفاسير لهذه السورة: